Cantona

"Kariyerimde en zevk aldığım an bir gol anı değildi. Evet , bir pastı." (Eric Cantona)

29 Aralık 2010 Çarşamba

Şiddetin ne hoş

2010'u uğurladığımız şu günlerde hayatımıza en çok nüfuz eden kelime 'şiddet' oldu. Siyasette 'yumurta' ile vücut buldu bu şiddet, sporda ise bıçaklamalar ve uçan tekmelerle...
Gençliklerinde silah çatıp dağa çıkan veya çıkmaya yeltenen nice 68'li, öğrencilerin çift sarılı yumurta atmasını tehlikeli ve anti-demokratik buldu! Bu çocuklar şimdi gül de atamaz, öyle ya, gülün de dikeni vardır!
Ve o 'kahraman 68'liler', siyasetçiler 2010'luları sindirmeye çalıştıklarında kerhen destek çıkarken, kendi kuşaklarına yönelik eleştirilere ise tıpkı 'eski günlerde' olduğu gibi, daha sert posta koydular. Öyle ki bazılarının kalemlerini bırakıp yeniden dağlara yol alacaklarını sandım!...
Çünkü birçoğu için '68'lilik' bir 'marka'. Halel gelsin istemiyorlar. Onlara baktıkça, hep genç ve asi yüzleriyle kalan 'onlar'a yüzümü dönme arzum bin kat artıyor...

Şiddet...
Basketbol maçına giden çocuklar niye küfür ediyor, futbol maçına gidenler niye bıçak çekiyor,  hentbol ligindeki kadınlar maçında neden saç saça baş başa kavga ediliyor? Benim silik, ezik ve apolitik kuşağım(!) (ki yaşları şu sıralar 36'ya doğru yol alıyor) göçüp gidene kadar, her maçta kavga çıkmaya devam edecek; statlarınız ne kadar konforlu olursa olsun, ne kadar medeni olursa olsun...Çünkü biz, okulda dayak yiyerek büyüdük! Kabahatin 'topluca' cezalandırıldığı, güzelliğinse 'bireysel' olarak ödüllendirildiği okul sıralarında yetiştik. Osman'ın şımarıklığının faturasını az ödemedim ilkokulda. Ha keza ortaokulda da Murat'ın yüzünden az sıra dayağı yemedim. Mahir hocalarımız vardı. Misal, beş parmağımızı birleştirip, ağaç cetvelle vururlardı; daha fazla acı versin diye. Hani basket oynarken top tepeden parmağınızın üzerine düşer ya, öyle birşey. Öyle bir acı... Ve biz her 24 Kasım'da o öğretmelerimizin orkestra şefliğinde şunu söylerdik: Öğretmen kutsaldır ana baba gibi... Bundandır ki cevteller benim için 'A' ile 'B' arasındaki mesafeyi hesaplayan bir ölçü birimi değil de, temel eğitimde içime işleyen acının ağırlık(!) ölçüsü birimidir...
Hasılı kelam, benim kuşağım rahmete kavuşana kadar böyle daha çok bir kaç kendini bilmez bıçak çekecek, uçan tekme atacak... Çünkü biz şiddeti kanıksayarak büyüdük. Çünkü biz, dayak yediğimizde bozulan psikolojimizi bir başka gün arkadaşımız da dayak yiyince sağalttık...
Milletin temsilcisi Meclisimiz, çağırdı konuştu şiddedin nedenlerini; Sergenler, Rıdvanlar, Hasan Şaşlar, başkanlar ve amigolarla... Keşke bir de bizim kuşaktan birini, misal beni çağırsalardı. Onlara şiddetimizin ne forma aşkından, ne yoksulluktan ne de şımarıklıktan kaynaklandığını söylemek isterdim. Bizim şiddetimiz devletimizin bize verdiği eğitim ile bunun pekiştirildiği askeri eğitimden kaynaklanıyor sayın vekillerim. Bugün hâlâ daha okullarda çocuklara sıra dayağı atılıyorsa sayın vekillerim, bir değil bin yasa da mani olamayacak şiddetimize... Mesele Fener'in, Kartal'ın veya Aslan'ın üç puan alıp almama meselesi değil. Mesele onurun ve gururun üç kuruşluk edilmemesinde; daha ilkokul sıralarında. Evet, mesele puan mücadelesi de değil, kendini kameralar önünde yere atıp şöhret olma meselesi de.. Mesele sayın vekiller, onurlu bir yaşam için verilen puan mücadelesidir. Mesele, mahir hocalarımızın kırdığı kanatlarımızdır; kanaat notları değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder