Cantona

"Kariyerimde en zevk aldığım an bir gol anı değildi. Evet , bir pastı." (Eric Cantona)

30 Mart 2011 Çarşamba

Bu milli takımı sevdim

Salı akşamı Şükrü Saracoğlu Stadı'nda Türkiye-Avusturya maçının son düdüğü çaldığında "Bu takımı sevdim" dedim içimden.
Hamit Altıntop'u bir kenara bırakıyorum. O zaten bu milli takımın başına gelen en güzel şeylerden biri. Şimdi yeni birşeyler daha var: Nuri Şahin ve Mehmet Ekici... Nuri Şahin, Emre Belözolğu'nun pozisyonunda oynadı. Futbol olarak onun rolüne soyundu ve çok da iyi oynadı. Sadeleştiği kadar parladı; parladığı kadar ise sadelikler sundu... Ancak Emre'nin diğer rollerine hiç soyunmadı Nuri: Bir kez olsun hakeme itiraz etmedi, bir kez olsun rakibe kasti tekme atmadı ve bir kez olsu kendi arkadaşlarına 'artistlik' yapmadı...
Mehmet Ekici için yeni Mesut Özil diyorlar. Umarım o sadece Mehmet Ekici olur ve başkaları övülürken ona benzetilir. 60 dakika kadar oyunda kaldı ve sadece bir kez top kaptırdı. Ayarında bir top tekniği ve serinkanlılık. Klişe olsa da sanki 40 yıldır bu takımda oynuyor. Fakat bu takım dediğimiz aslında o takım değil. Epey değişmişti. Belki de o yüzden Mehmet Ekici de uyumsuzluk göstermedi. Çünkü sahada aynı futbol dilini konuşan epey bir 'göçmen çocuğu' vardı. Onların ortak dilinin özeti şu: Oyunla ilgilen. Ne rakip ne de tribünle dalaşma. O dili konuşamayanlar ise hâlâ eski takımdan olanlardı. Misal Arda Turan. Bir gol attı. Sevincini eşiyle dostuyla paylaştı. Oysa önce o yağmurda o tribünleri dolduran taraftarla paylaşmalıydı. Hadi geçtim bunu peki basın mensuplarına hareket çekmek de neyin nesi? Eğer yaşadı aşkla ilgili yazılan çizilene duyduğu tepkiyse adresi yanlıştı. Bu hareketi bir zahmet magazincilere çeksin! Dedim ya eski takımdan kalma alışkanlıklar bunlar. 'Emre abisi'nden icazetli nede olsa. Hatırlayalım: Emre de basın tribünlerine daha çirkin bir el kol hareketi çekmişti! Azerbaycan yenilgisinden sonra milli takımı bırakma sinyali veren Emre bence salı akşamı Nuri'yi gördükten sonra bu kararını somutlaştırmalı. Zira gözünü arkada bıraktıracak bir durum yok. Gönül rahatlığıyla milli formadan emekli olabilir.
Attığı golden sonra "Bunu da yazın" dedi Arda. Evet, çarşamba baktım bütün gazeteler golü Arda'nın attığını yazmış. Hatta bununla kalmamış manşetlerini de Arda'nın mesajından kurmuş. Ben de yetinmeyip şunları yazmak istiyorum: Yılan hikayesine dönüşen yurtdışı transferi gerçekleşirse şayet, salı akşamı oynadığı topla değil ilk 11, 18 kişilik kadroya bile alınmaz. Maçın 60. dakikasından sonra gözü sürekli kulübeyi gözler haldeydi; oyundan alınmak için. Ama Hiddink, sınırlarını zorlaması için onu sahada tuttukça tuttu. Sakatlıktan çıktığı için fizik kondüsyonu düşük ama en formda olduğu zamanlarda da en büyük eksiği fizik kondüsüyonu olmuştur. Gençliğiyle idare ederek götürüyor işi. Gidecekse İspanya'ya gitsin. Oralarda eli belinde oynamak mümkün ama oranın dışında bir lige gitmesin aksi halde dönüşü çabuk olur. Ha bir de sık sık sakatlanmasın. Bizim çektiğimiz kadar el oğlu onun nazını çekmez. Ayrıca eloğlu onun aşkıyla meşkiyle de bizim kadar ilgilenmez. Rahat eder yani giderse...
Hasılı kelam, salı günü Avusturya'yı 2-0 yenen milli takımı sempatik buldum. Umarım yeni başka oyuncular da katılarak, zariflikle bezenmiş bir futbol oynayan bir milli takım oluşur... Türkiye Futbol Federasyonu'nu da Euro 2012'ye gidemezsek bile Hiddink ile devam etmeli. En azından milli maçları bir savaş havasında yaşamıyoruz. Neydi o Fatih Terim'li dönemler: Amansız ol! Aman aman, Hiddink ile devam edilsin. Ben kendi adıma onun futbola dair açıklamalarından ve değerlendirmelerinden çok feyz alıyorum...

10 Mart 2011 Perşembe

Mahallenin 'ŞIK' abisi

Bu memlekette 'şık'lık azaldı. Giyim kuşamla ilgili değil, ülke insanlarının birbirlerine karşı şıklıklarından söz ediyorum. Şu ülkenin haline bir bakın: Hayatımız bir yanda müteahhitlerin şantiyesine dönmüş. Kentsel dönüşüm adı altında hem hafızamızın ırzına geçiliyor hem ruhumuz ve gözümüz yorgun düşüyor. Diğer yanda, ülke üç yıldır daha iddianamesi tamamlanamayan bir davanın etrafında 'Biri bizi gözetliyor' evine dönmüş! Herkes dinlenmekten ve izlenmekten korkuyor... Azınlık Raporu filmini izleyenler bilir; insanlar suç işleme ihtimalini gözetilerek, tutuklanıp hapse atılmaya çalışılıyor. Yani daha doğmamış çocuğa don biçer gibi insanlara suç işlemeden, işlemiş muamelesi yapılıyor. Tanıdık değil mi?
Piyasaya çıkmış kitaptan ötürü yazar ve çizerlerin hapse atılmasını kanıksamıştık da, henüz 'doc' formatında olan bir kitap tasarısından ötürü insanların sorgu suale muhatap olmasına şahit olmamıştık. Artık bunun da tanığıyız. Şaşkınız ve tedirginiz...
Ahmet Şık... Metin Göktepe davasını birlikte izlediğimiz yıllar geliyor aklıma. Hatırlıyorum; her dava öncesi ve sonrası 'Aman Ahmet'i gözden kaçırmayın' diyerek, birbirimizi uyarırdık. Çünkü Göktepe için yaptığımız eylemlerde en önde Ahmet yürüyordu. Sloganlarında hiç tenzilat yapmıyordu. Hakikâti olduğu gibi haykırıyordu; katillerin hesap vermesini istiyordu. Ahmet'in çok ileri gittiği düşünülüyordu ve o yüzden de bu toprakları terk etmesi öneriliyordu(!). Kendisi için bunun iyi olacağı salık veriliyordu, bir yerlerden(!)...
Fakat o terk etmedi bu toprakları, sevda gibi. Kaldı. Gün geldi işsiz kaldı, ama yine yılmadı. Gazeteci, gazetecidir. Hiç olmadı, oturur duvara yazar; yeter ki söyleyecek bir sözü olsun. Ellerine verilen çarşaf çarşaf sayfaları dişe dokunur tek bir satırla dolduramayanların parsellediği gazetelerde yazmadığı halde, birçoğumuzdan daha fazla gazeteciydi Ahmet. İsteseydi, genç yaşında oluşturduğu 'kariyer'ine sırtını yaslayıp, konforlu bir hayata yelken açabilirdi. O da haftasonları televizyonlarda son model araçların test sürüşlerini yaparak gazetecilik yapabilirdi! Ya da kışın araba programı, yazın da çevre programı yaparak hayatının 'egzoz dengesi'ni sağlayıp vicdanını da rahatlatabilirdi... Ancak o, gerçek bir gazeteciydi. Damarlarındaki kan hep haber peşinde koşması için akıyordu. Kalbine 'hakikâtin peşinde' gitmesi için gidiyordu, o kan.
Ahmet Şık, şimdi içeride. İroni olsun diye söylemiyorum; o dışarıdaki bir çok gazeteciden daha özgür. Benim tanıdığım Ahmet Şık da iyi bir çocuk değildi! O, bu düzen için hiç de iyi bir çocuk değildi. O, çok cesur bir çocuktu ki şimdi bütün Türkiye de bunu görüyor... Burada benim onun için söyleyeceğim sözler kifayetsizdir. Ne demişti: Dokunan yanar! Yani sözü Ahmet Kaya'ya vermişti. O halde Ahmet Kaya alsın sazı ve sözü:
DOKUNMA YANARSIN
Çocukluğum çıraklıkta geçti, kir pas içinde
Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde
Hapse erken düştüm.. copla erken tanıştım
Küçük voltalardan bıktım, usandım
Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda
Adımlarımı saymadan, geriye dönüp bakmadan
Usanmadan, bıkmadan
Deli taylar gibi koşmak istiyorum!
Ve görüyorsunki aşkı beceremiyorum
Beni kendi halime bırak yavrucuğum
Ben yolumu nasıl olsa bulurum...
Upuzun çayırlarda yalınayak koşmak istiyorum
Saçlarım rüzgara konuk..yüzüm dağlara dönük
Göğsümün çeperini ölümle sınayan esaret
Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret
Kıyasıya vuruşsun istiyorum!
Koşmak.. koşmak istiyorum sevgilim
Dönemezsem affet...
Firari gecelerin uzmanı olmuşum
Bütün istasyonlarda afişim durur
Beni bir çocuk bile bulur!
Dokunma bana çıldırırsın
Dokunma bana sende ellerin tutuşur!
Koşmak istiyorum
Ekzozların, molozların, yağmaların kıyısından
Onca insafsızlıkların, onca haksızlıkların
Manzarasızlıkların, parasızlıkların
Allahsızlıkların kıyısından
Kimseye ve hiçbirşeye değmeden
Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!
Koşmak istiyorum
Şiirimin ve yumruğumun namusuyla
Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan ve küfür etmeden
Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!
Avucunu son bir defa, ağlamadan tutmak istiyorum
Gözlerim yüzüne küskün, sazım sevgine suskun.
Saati ayrılığa kurmuşum olmaz teslimiyet
ziyan aklımı senle bozmuşum, içerim felaket!
Kurşunlara geleyim istiyorum
Ölmek..ölmek istiyorum sevgilim
Sağ kalırsam affet
Firari acıların uzmanı olmuşum
Bütün telsizlerde adım okunur
Beni bir korkak bile vurur!
Dokunma bana fişlenirsin
Dokunma bana, sende yanarsın