Cantona

"Kariyerimde en zevk aldığım an bir gol anı değildi. Evet , bir pastı." (Eric Cantona)

11 Aralık 2010 Cumartesi

Yeni bir şehir: Eskişehir

Bazı şehirler vardır ki görünürde hiçbir sebep yok gibi gözükürken bile insana iyi gelir... Eskişehir öyle bir şehir...
Eskişehir-Beşiktaş maçı için cuma günü oradaydım... O basit tren garından itibaren çöküyor üstüme iyiliği şehrin. Büşükerşen'in artık azaldığından şikayet ettiği o eski evlerden bir kaçına gözünüz değdiğinde de...
Evet, Haydar Ergülen hep kafamın içinde top çevirir ne zaman Eskişehir adı aklıma düşse, ya da yolum ona düşse...
Ve bir de Oğuz Atay'ın o müthiş öyküsü; 'Demiryolu Hikiyacileri-Bir Rüya' beni Eskişehir ile hemhal eder. Bu öyküyü ilk okuduğumda imgelemimde hayali bir tren istasyonu canlanırdı fakat sonra o hayali istasyonun yerini işte Eskişehir Tren Garı aldı.. Artık, o istasyonda her durduğunda bindiğim tren, içeriye 'o' hikayecilerden birinin girmesini bekliyorum...
Amansız bir yağmur ki sormayın. Bir de soğuk mu soğuk. Yapılacak tek şey bir kafede oturup yağmurun dinmesini beklemek. Lakin kış aylarındayız. Gün erken bitiyor. Öyleyse, 'yapılacak tek şey'e tekmeyi basıp yağmura ve soğuğa yüz çevirip adımlamak Eskişehir'i... Çok sonra oturuyorum Porsuk kenarında bir kafeye...
Bir göz yerel gazete sayfalarına bir göz gelip geçenlere atıyorum. Biz 'ulusal basın'cılar için 'yerel basın' o kadar naif kalıyor ki, her sayfasında arınıyorum. Yalanları bizimkinin yanında o kadar masum, dertleri ise bizimkinin yanında o kadar gerçekçi ki... Çevirdiğim her sayfa kendimden kaçmak için önüme açılmış bir kapı gibi...
Bir futbol şehridir Eskişehir. Anadolu namına ilk 'şampiyonluk' onun yazgısı olmalıydı ama olmadı. Biraz da bundan mıdır "Oğuz Atay"lığı.. Stadını tavaf etmeye gidiyorum maçtan saatler önce. Terziden futbolcuya, balıkçıdan tornacıya kadar her meslek erbabının heykelleriyle donanmış bundan ötürü olsa gerek kendisine biçilen 'Avrupa şehri' payesine inat kırık dökük bir stat... Her yeri dökülüyor ki bazı yerleri yok bile. Kale arkası tribünleri yarım yamalak. Biliyorum, maç başlayınca o küçük aralıklardan küçük çocuklar hayallerini süsleyen topçuları izleyecekler...
Yine de ilk düdükle birlikte en kırık dökük stat bile içinde olunası bir 'mabettir'. Topun sihri bütün çirkinlikleri hayatın dışına atar. Tüm kemlikleri ofsayta düşürür; epi topu 90 dakkacığına...
Maçın sonu... 29 yıl sonra Beşiktaş'a karşı esmiş Es-Es... Bağıra çağıra dönüyorlar evlerine. Havada kar kokusu ki gözler de tanık oluyor yavaştan düşmeye başlayan mucizevi geotmerik taneciklere.
Saatlerce yağan yağmurdan yükünü almış Porsuk ise, taraftarın aksine taşkın değil, dingin. İstanbul'a dönmekten caydıracak kadar dingin. Ne var ki İstanbul'a dönülecek; 'Ahh güzel İstanbul'dan 'Ahh ulan İstanbul'a döndürmüş olsak bile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder