Cantona

"Kariyerimde en zevk aldığım an bir gol anı değildi. Evet , bir pastı." (Eric Cantona)

4 Şubat 2011 Cuma

Yerli yersiz hareketler bunlar!

Bu memlekete ne zaman yabancı bir teknik direktör gelse, bizim "yerli hocalar" ve "saz arkadaşları" başlar ağlamaya. Güya yerli hocalar futbolcunun dilinden daha iyi anlıyormuş! Üstelik takımlarda 77 milletten en aşağı 8-10 topçu varken söylüyorlar bu lafları...
Hele de söz konusu milli takım olunca, akan sular tehditle bile durduruluyor! Hollandalı Guus Hiddink'in Türkiye'nin başına gelmesini hiçbiri hazmedemedi. Öyle ya, Hiddink çıkıp futbolcuyu "yürü koçum, yürü aslanım" diye "gazlayacak" bir adam değil. Türkiye'de yabancıya itiraz edildiğinde genellikle bu motivasyon unsurundan dem vurulur.
Türkiye'de milli takımı özellikle de 60'ların ortasından itibaren en çok yerli hocalar çalıştırmıştır. Bizim çocukluğumuzda katlandığımız bütün o "şerefli" yenilgilerde millilerin başında yerli hocalar vardı. Ama diyeceksiniz ki 1996 Avrupa Şampiyonası, 2000 Avrupa Şampiyonası, 2002 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası'nda "destan yazan" millilerin başında yerli hocalar vardı! Doğru, başında yerliler vardı ama temelinde yabancılardı. Türkiye futbolunun makus talihinin değişmesinde iki "kırılma" noktası vardır ve bunların altında da iki Alman'ın imzası. Nasıl ki biz İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'nın ayağa kalkmasında "Anadolu kaynağı"nı gönderip yardımcı olduysak, bu iki Alman da bizim futbolumuzun ayağa kalkmasında tarihsel bir rol oynadı. Birisi Galatasaray'daki devrimi başlatan Jupp Derwall, diğeri de milli takımdaki hamleyi başlatan Sepp Piontek...
Derwall'in başlattığı altyapı ve zihinsel devrim Mustafa Denizli, Piontek'inki de Fatih Terim gerçeğini yarattı.
Yani Denizli Derwall'in, Terim de Piontek'in diktiği "ceviz ağaçları"nın meyvesini aldı!
Özgüvenini sağlamış bir ülkenin ister yerli ister yabancı olsun, yeni başarılar elde etmesi de artık neredeyse bilimsel bir zorunluluk hali almıştı. O yüzden Şenol Güneş'in başarısında yadırganacak bir durum yoktu.
Memleket futbolunu dünya arenasına taşıyan en önemli isimlerin yabancılar olduğunu unutan bizim yerliler ve onların destekçisi ulemalar, görünüşte birbirleriyle çok iyi dayanışma içindedir. Güya hiçbiri Ertuğrul Sağlam'ın başarısını kıskanmaz, hatta duygulanıp gözyaşlarına boğulur...Ama beri yanda, boştayken televizyona yorum yapan bir çok hocanın "kardeş yerli hocaları"nın ayağını kaydırmak için nasıl da yorumlar yaptığı da bilinir.

Yerli hocaların son dayanışması(!) Ümit Özat ile Hikmet Karaman arasında oldu. Geçen hafta oynanan Ankaragücü-Manisaspor maçında yaşananlar Shakespeare'a rahmet okuttu. Bu maçta iki ibretlik olay yaşandı. Birincisi şuydu: Ankaragücü tribünlerinden bir taraftar Ömit Özat'a, yani kendi takımının hocasına saldırmak için sahaya atladı. Ancak daha önce Özat, taraftarı bir yumrukla yere serdi! Buraya kadar Tanıl Bora'nın deyimiyle "özsavunma"ya girdiği için meşruydu. Fakat daha sonra yerde yatan taraftara attığı tekmeler insanı utandıran cinstendi. Bu tekmeler de hani Marquis De Sade'ye rahmet okuturdu... Haklıyken haksız duruma düşmek denilen vaziyetti hani..Özat da daha sonra yaptığı açıklamada yanlış (esasen vahim) davrandığını kabul etti.
İkinci olay da şuydu: Maç bitmiş ve Manisaspor, Ankaragücü'nü başkentte 3-1 yenmiş. Ankaragücü taraftarları konuk ekibin hocasını alkışlıyor; çiçekler ve kaşkollar veriyor. Taraftar nezdinden bakıldığında güzel bir davranış. Ama kazın ayağı öyle değil. Ankaralılar gitmesini istedikleri kendi hocalarına nispet yapıyor. Ömit Özat'a vurmak için Hikmet Karaman'a güzellik yapıyorlar. Hikmet Karaman da taraftarın bu nipetini adeta "düşman çatlatırcasına" tepe tepe kullanıyor. Eee yakıştı mı? Bir yerli bir yerli hocaya bunu yapar mı? Ya bir meslektaş bir meslektaşa bunu yapar mı? Az önce meslektaşına saldırmak için sahaya atlayan tribünlerden çiçek ve kaşkollar almak yerli dayanışması açısından bakılınca yenilir yutulur mu bir davranış mı?

Hikmet Karaman, bununla da yetinmeyip, "İnsanlar zamanı gelince gitmesini bilmeli" diyerek de hiç haddi olmadığı halde "yerli meslektaşı"na akıl vermeye kalktı. "Hocam rakip takım bugün nasıl oynadı" sorusunu bile "Şimdi benim rakip takımı değerlendirmem doğru olmaz" dendiği bir ortamda, siz kalkıp rakip hocanın görevine devam edip etmemesi konusunda fikir beyan edebiliyorsunuz!
Bu memleket sahalarında şöyle bir söz vardır: Düşene vurulmaz! Bu söz hem mecazi hem de birinci anlamıyla doğrudur. Nasıl ki Ömit Özat, düşen taraftarı yerde tekmeleyerek yanlış yapmıştır, aynı şekilde Hikmet Karaman da kendi camiası tarafından yere düşürülen Ömit Özat'a vurarak, büyük bir ayıp etmiştir! Kendisini alkışlayan Ankaralılara şöyle küçük bir "eyvallah" hareketi yapıp gitmesi yeterdi oysa... Yerli mi yabancı mı? Sizce bu soru hâlâ geçerli mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder